•     01 Temmuz 2025

Bylock’çular aradı diye değil muhalif olduğum için tutukluyum

11 Eylül’de Kadri Gürsel’nin Mahkeme’ye sunduğu yazı:

İSTANBUL 27. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
SAYIN BAŞKANLIĞINA


Dosya no: 2017/148

  Dilekçe Özü: Bir kısım beyanlarımın arz edilmesidir.

  AÇIKLAMALAR:

  Yargılandığım davanın ilk duruşmasının sonunda yazdığınız gerekçeli ara kararınızda Cumhuriyet Gazetesi’ne isnat edilen sözde “ yayın politikası değiştirme suçu ” ile ilgili tanıkların henüz dinlenmemiş olmasını, tutukluluğuma devam edilmesinin birinci gerekçesi olarak gösterdiniz. Bundan hareketle, karar ve icra yetkisi bulunmayan 34 günlük bir yayın danışmanının, 3 yıl önce başladığı iddia edilen “ yayın politikası değiştirmek ” gibi bir sahte suça, böyle bir suçun varlığı bir an kabul edilse dahi, iştirak etmiş olamayacağının, tanık ifadeleri yönünden de anlaşılmış bulunduğunu ummak istiyorum.

  Ayrıca, 24.07.2017 tarihinde yaptığım savunmamda matematiksel bir kesinlikle çürüttüğüm “ 92 Bylock kullanıcısı ve haklarında FETÖ/PDY soruşturması bulunan 20 kişi olmak üzere toplam 112 kişiyle irtibat kurmak ” suçlamasının da ara kararınızda beni bir 45 gün daha hapiste tutmanın ikinci gerekçesi olarak kullanıldığını gördüm.
  Bu bakımdan birkaç kısa hatırlatma yapmak istiyorum. 24 Temmuz’daki ilk celsede Bylock kullanıcısı 92 ve haklarında FETÖ/PDY soruşturması bulunan 20 şüpheli şahıs ile iletişim kaydımın bulunduğu iddiasının asılsız olduğunu söylemiş ve bu ifademe kaynak olarak da 10 Ocak 2013 ile 18 Ağustos 2016 arasındaki 44 aylık süreyi kapsayan HTS kayıtlarını göstermiştim. Gerçek şuydu:
  Toplam 112 kişiden 102’si ile olduğu iddia edilen iletişim, 85 kişinin bana bir defaya mahsus olmak üzere attığı ikişer SMS’ten ve 17 kişinin de beni yine bir defaya mahsus aramış olmasından oluşmaktaydı. Ne bana bu 85 kişiden gelen SMS’lere cevap vermiş ne de bu 17 kişiyi cevaben aramıştım.
  Dolayısıyla heyetinizin karşısında söylediğim, bu kişilerin benimle iletişim kayıtlarının olabileceği, ancak benim bu kişilerle iletişim kaydımın, başka bir tabirle irtibatımın olamayacağıydı.
  Neticede iddianamede iletişim kaydımın bulunduğu öne sürülen bu 112 şahıstan sadece 8’i ile karşılıklı iletişim kurmuş bulunduğumu söylemiş ve bu kişilerden 5’inin de Bylock kullanıcısı olarak göründüğünü belirtmiştim.
  Toparlamak gerekirse, Bylock kullanıcısı ve FETÖ şüphelisi toplam 112 kişi ile irtibatımın bulunduğu yönündeki iddianın akıl ve mantığa aykırı ve dolayısıyla asılsız olduğunu karşı konulması imkansız bir matematiksel kesinlikle ispat etmiş ve suçlamaları çökertmiştim. Buna karşılık heyetiniz bu savunmama ilişkin bana bir tek soru bile yöneltmedi.
  Bu tutumunuzun nedenleri şunlar olabilirdi:
  Yaptığım savunmanın heyetiniz tarafından yeterli ve tatmin edici bulunarak hakkımdaki Bylock iddiasının asılsızlığının teslim edilmesi olabilirdi.
  Biz Cumhuriyetçilerin siyasi bir davada yargılanıyor oldukları gerçeği başka bir neden oluşturabilirdi. Bu gerçeğin kendine özgü siyasi mantığına göre, ihtiyaç duyulan tutukluluğa devam gerekçesinin muhafazası için, bir taktik tercih olarak savunmamı görmezden gelmeyi ve bana bu hususta hiç soru sormamayı kararlaştırmış olabilirdiniz.
  Hakkımdaki “92 ByLockçu ile irtibat” iddiası hususunda bana tek bir soru sormamanıza yol açmış olabilecek bir başka nedene geçiyorum:
  “Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçunu işlediğime, sadece ve sadece bylock konusundaki polis fezlekesine bakarak kanaat getirmek ve hakkımda peşinen hüküm vermiş olmak…
  Ben ise şundan eminim: Benim bir 45 gün daha hapiste tutulmam için hakkımdaki ByLock iddiası kullanılırken sadece ve sadece polis fezlekesi dikkate alındı ve bu nedenle de adil yargılanma hakkım ihlal edildi. Çünkü savunmam dikkate alınmadı.
  Bunu, ara kararda görebiliyorum. Şahsım kastedilerek, “diğer sanıklarla orantılandığında da taşıdığı sıfat ve görev yaptığı süreye göre olağanın dışında sayıda ByLock sahibi olan kişiler ile görüştüğüm yolundaki bir gerçeklikten” bahsediliyor. Ve sonra bunun hakkımdaki kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut delil olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu dikkate alınarak; tutuklu kalmam için, sözde yayın politikası değiştirme suçuyla iddia edilen illiyetime ilaveten ikinci bir tutukluluğa devam gerekçesi üretiliyor.
  Bu yapılarak, polis fezlekesi bir gerçeklikmiş gibi kabul edildiği için bana savunmamı detaylandırarak tekrar etme hakkı verilmiş oluyor.
  Tamam, ben de bunu yapacağım.
  İnkarı mümkün olmayan bir matematiksel mantıkla çürüttüğüm ByLock suçlamasını bir de siyasi bağlamının içine oturtarak eriteceğim.
  Ama lütfen, sizden de bir ricam var.
  İddianamedeki, “haklarında FETÖ dolayısıyla soruşturma bulunan şahıslarla irtibatları gösterir analiz raporu”nun benimle ilgili kısmının kaynağını oluşturan, 22 yıldır kullandığım ve sonunda 9499 rakamları yer alan telefonumun HTS raporunu lütfen tetkik ediniz.
  Ara kararı yazdığınız tarihe kadar, bu rapora bakmamıştınız veya bakamamıştınız.  Nereden mi biliyorum?
  Gerekçeli ara karardan…
  Şöyle ki, ara kararda  “olağanın dışında sayıda ByLock sahibi kişiler ile görüştüğüm yolundaki bir gerçeklikten” bahsediliyor.
  Oysa rapor incelendiğinde, olağan dışı diye tabir edilen rakamsal değerin bana gönderilen SMS’lerden oluştuğu açıkça görülüyor. 92 ByLockçu ile iddia olunan irtibatımın 81’inin bana bir defaya mahsus olmak üzere gönderilmiş ve cevapsız kalmış SMS’lerden oluştuğu ve dolayısıyla bunların sizin ifadenizle “GÖRÜŞME” olarak değerlendirilemeyeceği, yani doğruyu söylediğim, HTS raporunun inkarı mümkün olmayan gerçekliğidir.
  Rapor incelenmiş olsaydı, benim bu olağandışı sayıdaki ByLock kullanıcısıyla sözde irtibatımın Cumhuriyet’te görev yaptığım süre zarfında gerçekleştiği gibi bir ifade gerekçeli ara kararda yer almazdı. Bakın, hakkımda aynen şunu diyorsunuz: “Diğer sanıklarla orantılandığında taşıdığı sıfat ve GÖREV YAPTIĞI SÜREYE GÖRE olağanın dışında sayıda ByLock sahibi olan kişiler ile görüştüğü yolundaki gerçeklik…”
Yani zannediliyor ki benim bu toplam 112 ByLock kullanıcısı ve hakkında FETÖ soruşturması bulunan kişiyle olduğu iddia edilen iletişim kaydım, 10 Mayıs 2016 tarihinde başlayan 5 ay 20 gün süren Cumhuriyet yazarlığım ve aynı süreye dahil 34 günlük yayın danışmanlığım sırasında oluşmuş. Yayın danışmanlığım da 27.09.2016 tarihinde başlayıp gözaltına alındığım tarih olan 31.10.2016 tarihine kadar sürmüştür.
  HTS raporu incelenmiş olsaydı bir ByLock kullanıcısından bana son telefonun 26 Ekim 2015’te açıldığını görülürdü. Cumhuriyet’te yazarlığa başladığım 10 Mayıs 2016 tarihinden 6,5 ay öncesine rastlıyor bu arama. Muhammet Esat Özen adlı şahıs tarafından bir kez aranmışım ve telefonum 330 saniye açık kalmış. (EK-1)
  10 Mayıs 2016’da Cumhuriyet’te yazarlığa başladıktan sonra bana bir FETÖ şüphelisinden gelen sadece bir telefon var. Şimdi tutuklu olan gazeteci Murat Aksoy 13 Mayıs 2016’da Cumhuriyet’te yazarlığa başlamamı tebrik etmek için aramış. (EK-2)
  Yine 10 Mayıs’tan sonra bir FETÖ şüphelisinden bana sadece bir SMS atılmış. Bu kişi yine Murat Aksoy, tarihi de 5 Temmuz 2016. (EK-3)
  Bir ByLock kullanıcısından bana atılan son SMS de 9 Nisan 2015 tarihli. Mehmet Sadık Yıldız adlı şahsa ait. Cumhuriyet’te başlamamdan 13 ay öncesine rastlıyor. (EK-4)
  Hülasası, Cumhuriyet’te yazar olarak göreve başladığım 10 Mayıs 2016 tarihi ile en son HTS kaydını kapsayan tarih arasında ByLock kullanıcıları tarafından ne aranmışım, ne de ben onları aramışım.
  Gerçeklik işte budur.
  Ama, Sayın Mahkemenizin gerçeklik dediğiyle taban tabana zıt bir gerçekliktir bu.
  Ayrıca “ByLockçularla kim daha çok irtibat kurmuş?” sorusunun peşinden giderek, Cumhuriyet davasının farklı konumlardaki sanıklarını birbiriyle bu bakımdan kıyaslamak temel bir mantık hatasıdır.
  Bu ByLock kullanıcıları, işi işletme müdürlüğü olan bir başka sanık arkadaşımıza, benim gibi köşe yazarı olmadığı için musallat olmadılar diye, mesleki konumum nedeniyle musallat oldukları beni suçlu göstermek vicdana da mantığa da aykırıdır. Bu “musallat olma hali”ne ileride değineceğim.
  Tekrar ediyorum, HTS kaydı incelenmiş olsaydı, hakkımdaki ara karar böyle yazılamaz, olağanın dışında bir sayıdaki ByLockçuyla hemde Cumhuriyet’te  görev yaptığım bir sırada GÖRÜŞTÜĞÜMÜ ileri sürülemezdi.
  Şimdi bugün, hakkımdaki HTS raporunun incelenmiş olarak karar verileceğini ummuyorum ve bu hususun adil yargılamanın temelini oluşturduğuna inanıyorum.
   Bu gerekçeli ara kararın, iddia makamının benim 92 ByLock kullanıcısı ile irtibatlı olduğum yolundaki suçlamasının, siyasi bir bağlamda da çürütme hakkını bana verdiğine inanıyorum.
  Hakkımdaki HTS raporuna bakıldığında, irtibatlı olmakla suçlandığım 92 ByLockçudan 81’inin bana sadece bir defaya mahsus SMS’ler gönderdiklerini ve bunların “görüşme” olarak nitelendirilemeyeceği aksi idda edilemeyecek bir gerçekliktir.
  Söz konusu olan, SMS göndererek, kampanya formunda yapılmış bir taciz eylemidir.
  77’si ByLock kullanıcısı ve 3’ü de FETÖ şüphelisi toplam 80 kişi bana 27 Temmuz-1 Ağustos 2014 tarihleri arasında 150’den fazla SMS göndermişlerdir. (EK-5)
  Bana musallat olmalarının nedeni, burada tutuklu olarak yargılanmamın nedeniyle aynıdır. Bağımsız, eleştirel, sorgulayıcı ve dolayısıyla muhalif bir köşe yazarı ve televizyon yorumcusu olmak…
  Hiç bir şekilde kendilerine yardımcı olmadığım için bu sözde iletişim kaydı söz konusu rakama ulaştı. SMS tacizi eyleminin bir gün öncesinde, 26 Temmuz 2014’te bir ByLock kullanıcısı olan Tolga Güzeltaş adına kayıtlı telefondan arandığım görülüyor. (EK-6) Kendisini “eşi gözaltına alınan bir polis yakını” olarak tanıtan bir kadın, bana eşinin uğradığını ileri sürdüğü haksızlık ve mağduriyeti anlattı, ben de dinledim.
  Yaklaşık bir buçuk saat sonra, yine ByLock kullanıcısı olarak görünen Mehmet Işık adına kayıtlı bir telefondan benzer bir nedenle arandım ama bu kez bir kampanya ile yüz yüze olduğumu anlayarak görüşmeyi sonlandırdım. (EK-7) Ardından gelen çok sayıda çağrının hiçbirine cevap vermedim.
  Bu eylemin organizatörleri olumsuz tavrım karşısında beni 6 gün boyunca SMS bombardımanına tutturdular.
  Peki, neden benim gibi bir gazeteciyi hedef seçtiler?
  Bu sorunun cevabını biraz önce verdim. Muhalif görüşleriyle tanınan bir gazeteciyim. Lakin o dönemlerde ana akım bir gazetede haftada 3 kez köşe yazıyordum ve bir ana akım televizyon kanalındaki çok izlenen tartışma programının devamlı katılımcısı idim.
  Aynı dönemde, eski adıyla Cemaat ise yargı ve polisteki yapılanmasının eliyle düzenlediği 17-25 Aralık operasyonlarının akabinde hükümetin kendisine devletten tasfiye etmeyi amaçlayan operasyonlarıyla yüz yüze kalmıştı.
  Sonradan FETÖ diye kodlanacak olan Cemaat, 17-25 Aralık’ın ardından iktidarla girdiği açık ve şiddetli siyasi çatışmada mağdur edildiği ve hak ihlaline uğradığı söylemini yaymaya çalışıyordu.
  Benden bu hususta hiçbir yardım alamamışlardır.
  Hakkımdaki HTS araştırmasının 17-25 Aralık’tan önceki 12 ayı kapsayan bölümüne ilişkin kayıtlar, 2 ByLock kullanıcısının attığı birer SMS’i saymaz isek, bugün FETÖ soruşturması geçiren, biri tutuklu diğeri ise firari olan 2 kişiyle olan irtibatımla sınırlı.
  Bu kişilerden biri, 2013’ün Ocak ayından başlayarak haftada 2 kez CNN Türk’teki eski Dört Bir Taraf programında tartışmak için bir araya geldiğim tutuklu sanık Nazlı Ilıcak’tır. Diğeri de 2000’lerin başında ben Milliyet’in Dış Haberler Müdürü iken kendisi de Zaman gazetesinde aynı görevde bulunmuş olmasından dolayı tanıdığım firari konumundaki Abdülhamit Bilici’dir. Bu iki kişiyle olan irtibatımın tamamen mesleki saiklerle kurulmuş olduğunu belirtmeliyim.
  17-25 Aralık öncesi görülen bu sükunet, 2014 senesinin ikinci yarısında başlayan bir Cemaat aktivitesi ile bozuluyor. Bunun nedenini biraz önce açıklamıştım.
  Bu grup tarafından bir iletişim kurma eyleminin hedefi haline getirilmemin bana göre diğer bir nedeni de, kısa adı IPI olan, Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Türkiye Ulusal Komitesi’nin Başkanı olmamdır.
  Bu nedenle Cemaat medyasının mensuplarınca telefonla arandım. Beni bir defaya mahsus arayan 17 kişinin arasında Cemaat medyası mensupları da vardır. Kendi medyalarının hedef olduğu, gözaltı ve tutuklamalarla sonuçlanan operasyonlar hakkında benden görüş istemişlerdir. Kendilerine hiçbir zaman görüş vermedim.
  Velhasıl karşılıklı iletişim kaydımın, yani gerçek görüşmelerimin olduğu ByLock kullanıcısı ve/veya hakkında FETÖ soruşturması bulunan kişi sayısı sekizdir(8). Bunlardan ByLock kullanıcı olanlar, Samanyolu TV’de yönetici olan Metin Yıkar (Toplam 6 görüşme yapmışım, o beni 2 kere aramış, ben onu 4 kere aramışım) (EK-8), Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı görevlisi Arif Vedat Samur (toplam 7 görüşme yapmışım o beni 3 kere, ben de onu 4 kere aramışım, ayrıca 11 kez SMS atmış) (EK-9), aynı vakıfta yönetici olan Tercan Ali Baştürk’tür (3 kere o beni aramış, ben de 1 kere aramışım) (EK-10). Bu 3 kişiyle de iletişimim 2015 yılında cereyan etmiştir.
  Ayrıca, kendisinden 4 Nisan ve 6 Nisan 2015’te gelen 68 ve 137 saniyelik iki aramadan dört gün sonra bana bir de SMS gönderince SMS atarak mukabele ettiğim Mehmet Sadık Yıldız adlı bir ByLock kullanıcısı söz konusudur. (EK-11)
  Bu kategorideki beşinci kişi de beni 23 Aralık 2014’te üst üste 3 kez arayıp 4, 16 ve 82 saniye konuştuktan sonra benim 6 Ocak 2015’te kendisine dönüş yaptığım ve 21 saniye konuştuğum Tuba Karagülle’dir. (EK-12)
  ByLock kullanıcısı olmayıp haklarında FETÖ soruşturması bulunan 3 kişiyle iletişimimin bulunduğunu, bunlardan 2’sinin Abdülhamit Bilici ve Nazlı Ilıcak olduğunu belirtmiştim. Üçüncü kişi de Akademisyen İştar Gözaydın’dır. Kendisini 90’lardan beri tanırım.
  Bu 5 ByLock kullanıcısı ile iletişim kurmuş bulunduysam, bu durumun tek nedeni 24 Temmuz 2017 tarihinde yaptığım savunmamda da belirttiğim gibi köşe yazarlığı fonksiyonunun doğasından kaynaklanmaktadır. Gazeteci herkesle görüşebilir, ama onlar beni muhalif tutumlu bir köşe yazarı olduğum için aramışlardır. Burada yargılanmamın gerçek nedeni de budur. ByLockçularla irtibat tek başına yargılanma nedeni oluştursaydı milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının sanık sandalyesine oturtulması gerekirdi. Ben ise düşüncelerimden ve gazetecilik faaliyetimden dolayı yargılanıyorum. Sizden tek talebim adil yargılanmaktır.
  Adaleti çökmüş bir Türkiye’nin bekası da tehlikede demektir.
  Bugün veya bu yargılamanın sonunda vereceğiniz karar ne olursa olsun, vicdanım rahat, müsterihim ve şundan eminim: Adaletin ayaklar altında çiğnendiği mevcut halden yarına yaşanabilir bir Türkiye kalırsa, bu davadan eninde sonunda beraat edeceğim.
  Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
  Dikkate alacağınızı umuyorum.


Ahmet Kadri Gürsel