•     22 Kasım 2024

Türkiye İdlib’de nasıl sıkıştırıldı?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), Rusya, Türkiye ve İran arasında ‘Astana Süreci’çerçevesinde varılan anlaşma uyarınca İdlib’in çeperinde kurduğu 12 askeri üsten en güneyde olanının Türkiye ile kara bağlantısı 22 Ağustos’ta Suriye ordusu tarafından kesildi.
Resmi adı ‘gözlem noktası’ olan üs, Suriye ordusu ve müttefikleri tarafından 20 Ağustos’ta El Kaide türevi Heyet Tahrir El Şam’dan (HTŞ) geri alınan Han Şeyhun kasabasının güneydoğusundaki ‘Morek’ mıntıkasında.
TSK’nin tank, zırhlı araç ve sair ağır silahlarla tahkim ettiği bu üsler, 2017’nin ekimi ile 2018’in mayıs ayı arasında kurulmuştu.
Morek’teki ‘9 numaralı Gözlem Noktası’nın Rusya destekli Suriye ordusu tarafından çevrelenmesi, yarın bu sorun bir anlaşmayla çözülecek olsa da, başlı başına vahim bir gelişmedir. 
Dahası, 19 Ağustos’ta Halep-Şam otoyolu üzerinde, kuzeydeki Maarrat El-Numan’dan Han Şeyhun’a doğru ilerlemekte olan bir TSK konvoyu, yakın çevresinin Rus ve Suriye uçakları tarafından bombalanması sonucunda durmak zorunda kalmıştı. Bu sırada konvoya eşlik eden bir pikap da hedef alınmış ve araçta bulunan Türkiye destekli ‘Feylak El-Şam‘ adlı cihatçı grubun şeflerinden biri de yanındaki iki militanla birlikte öldürülmüştü. Pikabın konvoydaki TSK araçlarından ayırt edilerek nokta atışıyla vurulduğu açıktı.
Murat Yetkin 23 Ağustos tarihli haber-yorumunda bu pikabı bir ‘Rus Su-22 savaş uçağının vurduğunu’ yazdı.
Bu doğruysa, Ankara’nın algıladığı Amerikan tehdidine karşı kendisinden S-400 aldığı yeni ‘ortağı’ Rusya, gerek duyduğunda bir TSK konvoyunun eskortuna karşı silah kullanmaktan çekinmeyeceğini göstermiş oluyor.
Lakin bildiğimiz kadarıyla ‘Rus Hava ve Uzay Savunma Kuvvetleri’nin envanterinde Su-22’ler bulunmuyor. Su-22’ler Soğuk Savaş yıllarında Su-17’lerin ihracat varyantı olarak geliştirilmiş ve Suriye Arap Hava Kuvvetleri de bu uçaklardan tedarik etmişti.
Su-17’ler ise 90’lı yıllarda Rus envanterinden çıkarılmıştı. Suriye Arap Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki az sayıdaki operasyonel Su-22’nin savaşta etkin olarak kullanıldığını ise biliyoruz. Murat Yetkin’in yazdığı gibi TSK konvoyunun eskortunu bir Su-22 vurmuşsa bu bir Suriye hava saldırısıdır. Uçak Su-22 değilse, pikabı bir Rus savaş uçağının vurmuş olması ihtimali elbette ki dışlanamaz.
Her iki ihtimal de farklı derecelerde vahimdir. Ankara bu iki vahametten birini seçmek durumunda kalsaydı, konvoyun Suriye tarafından vurulmuş olmasını isterdi. Sanırım Rusların arzusu da bundan farklı olmaz, Türk konvoyunu kendilerinin değil Suriye’nin vurmasını tercih ederlerdi. İkili ilişkilerin selameti bunu gerektirirdi. Türkiye ve Rusya, Suriye’de birbirleriyle doğrudan çatışmaya girmek istemezler. Bir yerlerde çatışmak kaçınılmaz hale gelmişse, bu iş için vekillerini kullanmayı tercih ederler. 
Türk konvoyunun hava bombardımanı ile taciz edilmesi üzerine koruma sağlamak için Suriye hava sahasına giren Türk F-16’larının Rus Su-35’leri tarafından önlendiği yolundaki yalanlanmamış haberler de ‘çatışmadan kaçınma’ hususundaki gerçeği değiştirmez. 
Fırat’ın batısında belirsizlik hakimdir ve uzun zamandır varlığına dikkat çekilen risklerden bazıları gerçekleşmiştir: “Sahada varlık gösteremeyen, masada kendine yer bulamaz”şiarıyla hareket eden Türkiye’nin askeri üssü etrafında oluşturulan Suriye çemberi ve bu eyleme farklı yerlerde eşlik eden taciz atışları, İdlib sahasında Ankara’ya geri adım attırılmak istendiğini işaret ediyor.
Sahadaki gelişmeleri yakından izleyen sosyal medya hesapları tarafından paylaşılan video içeriklerinde Suriye güçlerinin Morek gözlem noktasının çok yakınına kadar gelebildikleri görülüyor. Bu yaklaşma hareketi taciz amaçlıdır. 
Durumun bu şekilde uzun süre devam edemeyeceği aşikar. Bir anlaşma sağlanıp bu üs tahliye edilmediği müddetçe krizin ne yönde gelişme göstereceğini tahmin etmek de zor.
Türkiye’nin Fırat’ın batısında bu müşkül duruma nasıl sürüklendiğini anlamak için kısa bir hafıza egzersizi yapmak şart.
Öncelikle unutulmamalıdır ki kuzey komşumuz Rusya’yı Suriye’ye müdahaleye iten ve dolayısıyla ‘güneydeki komşumuz’haline de getiren, Ankara’nın ideolojik körlükle malul olduğu için kötü planlanmış, kötü uygulanmış, orantısız ve hayalci Suriye politikasıdır.
Artık mazide kalmış Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakı marifetiyle bir araya getirilen cihatçı grupların 2015’in başında İdlib vilayetinin tamamını ele geçirmesi, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Şam’daki rejimi devirmek için yaptığı son hamleydi.
İdlib harekatı, 2015’in sonbaharında Rusya’nın Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesini tetikledi. İdlib’in düşmesi, Şam’daki rejim açısından bir ‘ani çöküş’ riskini doğurmuştu ve Moskova bunu önlemeye mecbur bırakıldı.
Netice itibarı ile Rusya’yı Suriye’deki bir numaralı oyun kurucu konumuna getiren, Ankara’nın ısrarla sürdürdüğü akıl dışı politikadır. 
Sahadaki Rusya gerçeğinin Ankara’dakiler tarafından nihayetinde bütünüyle algılanması için ‘uçak olayı’nın yaşanması gerekecekti. 
24 Kasım 2015’te bir Rus Su-24 savaş uçağının, Türk hava sahasını birkaç saniye ihlal ettiği gerekçesiyle bir Türk F-16’sı tarafından İdlib semalarında düşürülmesinin akabinde yaşananların neticesinde Türkiye, Suriye’de kurulan Rus oyununun ‘vassal unsuru’ haline getirildi. ‘Vassal’, velhasıl, tâbi kılınmış… 
Türkiye’nin Rusya tarafından kurgulanan ‘Astana Süreci’ndeki konumu başka türlü tarif edilemez. ‘Astana Süreci’ Türkiye’nin eski Batılı ortaklarıyla arasındaki mesafenin ziyadesiyle açılmasına hizmet ettiği için, bu açıdan da Rusya’nın menfaatineydi. Diğer taraftan bu ‘süreç’ Ankara’nın da işine geliyordu çünkü ‘Astana masası’nda kendisine bir sandalye ayrılmıştı ve bu konum sayesinde sahada da bir yer edinebiliyordu. 
Rusya ‘saha-masa’ ilişkisini tersine çevirdi: Rusya’nın masasında yer bulunabildiği için İdlib sahasında bir varlık göstermek mümkün olabiliyordu. Ancak bu da son gelişmelerin bir kez daha teyit ettiği gibi, Rusya’nın takdir ve tercihine bağlı bir ‘sahada var olma hali’ydi.
‘Astana Süreci’ güya ‘Cenevre Barış Görüşmeleri’ni destekleyen bir mekanizma olarak tasarlanmıştı, fakat gerçekte Rusya’nın Suriye’deki savaşını yönetme ve kazanma planının ta kendisiydi.
‘Astana Süreci’nin Türkiye’ye İdlib sahasındaki faydası, ağır yaralandığı halde yıkılmayan düşmanı Şam rejimine karşı savunmasını ileride, Suriye topraklarında kurma imkanını vermesiydi. İdlib, Türkiye ve Suriye rejimi arasındaki fiili tampon bölgelerden biri olacaktı. Mültecileri ve Şam rejimini sınırdan uzakta tutma hedefi bunu gerektirirdi.
Tabii bütün bunlar oyunu kuran Rusya’nın izin verdiği nispette olanaklıydı.
Şimdi gelinen noktada durum şu:
Hatay’la İdlib’i ayıran sınırın Suriye tarafında kriz boyutunda bir ‘yerlerinden edilmiş sivil’ yığılması var.  Bunlar sınırdan geçerlerse Türkiye’nin ‘Suriyeliler krizi’ daha da büyüyecektir.
Morek’teki dokuz numaralı Türk askeri gözlem noktasının kara bağlantısının Suriye ordusu tarafından kesilmesiyle başlayan krizin nasıl çözümleneceği belirsiz. Ankara’nın bu durumun oluşmasına nasıl izin verdiği bilinmiyor ve mevcut kriz diğer gözlem noktalarının geleceği hakkında soru işaretleri doğuruyor.
Astana Süreci kapsamında Eylül 2018’de varılan ‘Soçi Mutabakatı’, İdlib’deki fiili tampon bölgenin Türkiye’nin aleyhine küçülmesini önleyemiyor; dolayısıyla Moskova’ya hak vermemek elde değil: ‘Soçi Mutabakatı’ objektif olarak başarısız; Ankara taahhütlerini yerine getiremedi. Hatırlayalım: Taahhütlerden biri, Şam ve Lazkiye’yi Halep’e bağlayan otoyolların 2018’in sonuna kadar güvenli ulaşıma açılmasıydı ki bunun mümkün olamayacağı herkes tarafından öngörülüyordu.
‘Soçi Mutabakatı’nın uygulanamayacağı zaten belliydi. Bu mutabakat, Moskova ve Şam’ın Türkiye’ye karşı kazanımlarını, Ankara’nın ise kayıplarını zamana yaymak üzere tasarlanmıştı.
‘Astana Süreci’nin başından bu yana Rusya ve Suriye, İdlib’de Türkiye’ye karşı başarılı bir ‘salam politikası’ izlediler. Önce 2018’in başında Halep-Hama ekseninde doğudan batıya doğru ve nihayet geçen bahardan bu yana, güney-kuzey ekseninde iki büyük parçayı cihatçılardan geri aldılar. Bu arada Ankara’nın destekleyip koordine ettiği ‘muhalif gruplar’ın sahada herhangi bir etkinliklerinin olamayacağı da gösterildi.
Ezcümle, Ankara’nın İdlib’de düşürüldüğü fena durumun Fırat’ın doğusu için ABD ile ‘müşterek harekat merkezi’kurulmasına bir misilleme olmakla alakası yoktur ama ‘S-400 operasyonu’nun geriye dönüşü mümkün olmayacak biçimde hedefine ulaşarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde arzu edilen telafisi imkansız hasarı yaratmış olmasıyla alakası vardır. Bu bağlamda Moskova, Ankara’nın elini kolunu bağlamış ve İdlib’deki eylemini özgürleştirmiştir. Gerekçesi de hazırdı: “Ankara ‘Soçi Mutabakatı’nın gereklerini yerine getiremedi, bize teröristlerle savaşmak dışında çare bırakmadı!”
Ankara İdlib’de yolun sonuna gelmedi. Rusya, Halep’i Suriye’ye bağlayan otoyolların güvenli ulaşıma açılmasına kadar ‘salam politikası’ izlemeyi sürdürecek gibi görünüyor. Ankara da ‘oyun’da kalmak ve kaybın dramatik görünümünü zamana yayıp seyreltmek için üzerine düşeni yapacaktır.