•     09 Mayıs 2025

İstanbul’da Su-35, Ankara’da Putin: Türkiye’de milyonlarca Suriyeli

Geçen pazar İstanbul’da, Atatürk Havalimanı’ndan havalanan bir Rus Su-35 savaş uçağı akrobasi şovu yaptı.
Geçen pazartesi Ankara’daki Çankaya Köşkü’nde Rusya, Türkiye ve İran devlet başkanları Suriye’deki durumu konuşmak için bir araya geldi ve görüşmelerinin sonunda bir ortak açıklama yaptı. 
Su-35 şovu ile ortak açıklamanın ruhu arasında bir ‘kayıp halka’ vardı: Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar sorunu… Milli felaketimiz. 
Su-35, Rusya’nın gücünü simgeliyordu.
Ankara’nın baştan sona yanlış Suriye politikasını feci bir mülteciler sorunu halinde Türkiye’ye fatura eden de günün sonunda Rusya olmuştu.

Rusya’nın envanterindeki en gelişmiş savaş uçağı Su-35’ler, Türkiye’nin mülteci krizinin geriye dönüşü olmayan bir hal almasında kendilerine düşen misyonu ifa ettiler. 

Üç devlet başkanının Ankara’da imzaladıkları ortak açıklamanın alt metninde mülteci felaketinin daha da büyüyeceği yazıyordu.

Hal böyle iken Su-35’in Atatürk Havaalanı’nın pistine tekerlek koyması, balık hafızalı iktidar aparatçiklerinde ve muhtelif Avrasyacıda mübalağa heyecan yaratmıştı… Sanki bir bağımsızlık simgesiydi Su-35.  

Öyle bir heyecan ki bu, ancak Amerikan Missouri zırhlısının 1946’da Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini getirmek vesilesiyle İstanbul’u ziyaret etmesinin, o zamanın ruhunda doğurduğu efori ile kıyaslanabilirdi.

70 küsur yıl önceki heyecanın serencamını ülke olarak gördük, yaşadık. Bugünkü heyecan karşısında ise ülkemizin Su-35’lerle yakın tarihteki münasebetine dair bir hafıza çalışması yapmak gerekli oluyor.

İstanbul’a ‘Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali’ kapsamında uçan ’52’ kuyruk numaralı Su-35’in gövdesinde, kokpitin hemen sol tarafında 16 adet bomba işareti vardı ki bu da uçağın savaşta 16 sorti yaptığı anlamına geliyordu.

Hangi savaş olabilirdi bu?

Elbette ki Suriye’deki… 

Su-35’ler ‘Rusya Hava ve Uzay Savunma Kuvvetleri’nin envanterine 2014’ten itibaren girmeye başladı. 

Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesi 2015’in sonbaharında vuku buldu. Bu müdahalenin kışkırtıcıları, Ankara’nın ucube Suriye politikasını yapıp edenlerdir.

Rus müdahalesi sonucunda Şam’daki rejimin öngörülebilir bir gelecekte devrilmesi mümkün olmaktan çıktığı için, Türkiye’nin kapılarını açtığı Suriyeli sığınmacıların da aynı vadede geri dönmeleri imkansızlaştı. Bilakis, Rus müdahalesi sığınmacı sayısını daha da artırdı. 

Mesela Halep, Rusya’nın aktif askeri desteği sayesinde Şam tarafından 2016’da geri alınabildi… Ama Türkiye’ye sığınan Suriyelilere bu yüzden bir 500 bin daha eklendi.

Geçen pazar İstanbul semalarında hava akrobasisi yapan 52 kuyruk numaralı Su-35’in de Suriye’de yaptığı 16 sorti sayesinde Türkiye’deki sığınmacı krizinin büyümesinde karınca kararınca bir ‘katkısı’nın olduğunu inkar edemeyiz.

Dahası, Su-35’lerin Suriye’de konuşlandırılmasına Ankara’nın bir askeri hamlesinin neden olduğunu da unutmayalım. 

24 Kasım 2015’te bir Rus Su-24 savaş uçağının Türk hava sahasını birkaç saniye ihlal ettiği gerekçesiyle Türk F-16’ları tarafından düşürülmesinin akabinde Moskova, Türkiye’ye karşı caydırıcı olsunlar diye S-400’lerin yanı sıra Su-35’leri de Suriye’ye intikal ettirdi.

Savaş görmüş 52 numaralı uçağın İstanbul semalarında üstün manevra kabiliyetini sergilemesinden önce, Su-35’lerle son karşılaşma, yalanlanmayan haberlere göre 19 Ağustos’ta Suriye hava sahasında yaşandı. Türk F-16’ları, İdlib üzerinde önlerinin Su-35’ler tarafından kesilmesi üzerine geri döndüler. Bu F-16’lar bir TSK konvoyunun çevresine Suriye uçakları tarafından taciz saldırısı düzenlenmesi üzerine koruma sağlamak için havalanmışlardı.      

Sözün özü, Türkiye’nin mülteci krizi başta olmak üzere, Su-35’lerle simgeleşen bunca nahoş hadise yaşanır iken Rusya’nın Suriye’de savaşmış bir Su-35’i İstanbul’da şova göndermesi manidardır ve asla rastlantı değildir.

Rusya’dan S-400 alındığı için ABD’nin Türkiye’ye F-35’leri vermemesinden doğan açığı telafi etmek üzere Su-35 tedarikinin değerlendirildiği bir sırada ’52 kuyruk numaralı uçak’la verilen bu ‘zafer mesajı’, Rusya’nın, malının rekabet gücünden ne kadar da emin olduğunun işaretidir. 

İstanbul’daki bu çok anlamlı gösteriden bir gün sonra, Ankara’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan ortak açıklama, Türkiye’nin Suriyeli sığınmacı sorununun daha da büyüyeceğine dair kuvvetli emareler verdi.

Birincisi, ortak açıklamada IŞİD ve Nusra Cephesi (Heyet Tahrir El Şam – HTŞ) tamamen yok edilene kadar mücadele kararlılığı vurgulanıyordu. 

İkincisi de Suriye’de ‘çatışmasızlık bölgeleri’ kurulmasının ‘geçici bir tedbir olduğunun’ hatırlatılmasıydı. 

Bu iki hususu, velhasıl HTŞ ile sonuna kadar mücadele kararlılığı ile Suriye’de kalmış son sözde ‘çatışmasızlık bölgesi’ İdlib’in de kalıcı olmayacağı vurgusunu bir araya getirince tablo netleşiyor. 

Üç milyondan fazla sivilin yaşadığı İdlib’in çok büyük bölümünü kontrol eden HTŞ’ye karşı savaşın sürdürüleceği, İdlib’in bir çatışma bölgesi olduğu ve dolayısıyla Türkiye’nin yakın gelecekte yeni mülteci dalgalarıyla karşı karşıya kalacağı bu açıklamayla zımnen ilan ediliyor.

Bu arada bazı gözlemciler ise Ankara’daki zirveden çıkan tek somut sonucun ‘Anayasa Komitesi’nin terkibi hakkında varılan anlaşma olduğunu kaydediyorlar.

Konvansiyonel bir açıdan bakılınca doğru, ama metnin derinliklerinde Türkiye’nin yeni bir mülteci krizine karşı akla gelen tüm akılcı önlemleri alması gerektiğini düşündüren ciddi bir uyarı yer alıyor.